İlginç Bilgiler

Deyimler Dilimize Nasıl Yerleşmiş; İşte Hikayeleri!

Deyimler Dilimize Nasıl Yerleşmiş; İşte Hikayeleri!

Günlük hayatımızda sürekli kullandığımız ve anlatmak istediğimiz şeyi kısaca açıklığa kavuşturan deyimler dilimize nasıl yerleşmiş ve hikayeleri nedir;

1- Marmara Çırası Gibi Tutuşmak;

Soba tutuşturmak için kullandığımız çıralar eski dönemlerde daha yaygın olduğu için daha fazla ihtiyaç olurmuş. Tabi çıraların ücreti de kalitesine göre değişirmiş. En kaliteli ve en pahalı çıralar Marmara adasından toplanan reçinesi fazla çıralar imiş. ”Marmara çırası gibi tutuşmak” deyimi ise buradan gelmektedir.

2 – Kabak Tadı Verdi;

Fatih Sultan Mehmet Han döneminde medrese öğrencileri yemeklerini medresenin aş evinde yerlermiş. Türlü türlü yemekler çıkan aş evlerinde kabak mevsimi gelmesi ile liste değişir, yemeklerin çoğunda kabak kullanılırmış. Artık ”Kabak tadı verdi” deyimi buradan gelmektedir.

3 – Çarşamba pazarına dönmek;

Osmanlı döneminde çarşamba günleri Fatih Camii’nin avlusundan Yavuz Selim’e kadar uzanan çok uzun bir çarşı kurulurmuş. Bu çarşıda insanlar aradıkları her şeyi bulurmuş. Kalabalığı, düzensizliği ve kargaşayı ifade etmek için kullanılan bu deyim bu zamanlardan kalmadır.

4 – Pişmiş kelle gibi sırıtmak;

Kelle paça çorbası yapan esnaflar bunu daha iyi bilirler. Hayvan kelleleri pişirildiği vakitte derileri çekilir ve dişleri daha ön plana çıkar ve sanki gülüyormuş gibi de bir görüntü oluşur. ”Pişmiş kelle gibi sırıtmak” deyimi buradan gelmektedir.

5 – Pabucu dama atıldı;

Osmanlı zamanında mesela ayakkabı tamir ettirdiniz ama hiç memnun kalmadınız, bu durumu esnaf heyetine şikayet eder ve haklı bulunursanız size ücreti ödeyip, ayakkabıyı da ibret olsun diye ayakkabı dükkanının damına atarlarmış. Damda ayakkabı gören müşteriler pek oraya uğramaz başka ayakkabı tamircisi bakarlarmış. ”Pabucu dama atıldı” yani eskiye göre fazla değeri kalmadı deyimi buradan gelmektedir.

6 – Acı kahve;

Kahve pişirilmeye başladığında içindeki parçacıklar kaynama noktasına geldiği zaman patlarlar. Eğer ki kahveyi yüksek ateşte pişirirseniz acı bir tat oluşur. ”Bir acı kahveni içerim” sözü de buradan gelmektedir. Kısa bir ziyaretim olacak anlamına gelir.

7 – Topun ağzında olmak;

Hindistan İngilizlerin egemenliği altından olduğu yıllarda İngiliz askerler Müslüman Hintlileri topun önüne bağlayarak idam etmişlerdir. ”Topun ağzında olmak” deyimi buradan geldiği bilinmektedir.

8 – Vermeyince Mabut, neylesin Mahmut;

Sultan Mahmut’un hazineleri dillere dolanırmış. Dedikodular almış yürümüş, hele bir adam varmış ki, sürekli her yerde konuşurmuş. Sultan bunları duyunca adamı huzuruna çağırıp azarlamış. Kellesinden endişe eden adam bu sefer sus pus olmuş.
Bak ben insaflı biriyim sana bir şans tanıyacağım ama artık etrafta söylenmek yok.

Padişah adamı hazine dairesine götürmüş, al bu küreği nereye istersen daldır, senindir. Kelleden kurtulan adam bir de böyle bir ödülü görünce heyecanla küreği daldırmış. Bir bakmış ki tek bir altın, meğer küreği heyecandan ters tutmuş.
Bunun üzerinde padişah; ”Ee vermeyince Mabut, neylesin Mahmut.” demiş.

9 – Öküz öldü, ortaklık bozuldu;

Vakti zamanında bir fakir köylünün öküzü ölmüş, tarlayı süremeyince de soluğu köy ağasının yanında almış. Ağaya durumu anlattıktan sonra ağa sana bir öküz vereceğim fakat bunun ücretini bana ödeyene kadar hayvan ortak sayılacak benim bazı işleri de göreceksin. Daha sonra çok fazla çalıştırılan öküz hastalanıp ölmüş. Ağa, köylüye yine iş vermek isteyince köylü ”Ağam öküz öldü, ortaklık bozuldu.” demiş.

10 – Dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan olmak;

Dimyat, Mısır’ın bir şehridir. Eskiden pirinçler bu şehirden getirilirmiş. Pirinç tüccarı da Dimyat’tan pirinç getirirken yolda korsanlar tarafından her şeyi alınmış ve o yıl büyük zarar etmiş.

Memleketine geldiğinde ise tarlasından topladığı buğdayları bulgur tüccarlarına satmış ve karşılığında da buğday değil para alıp evin diğer işlerini halletmiş ama bu seferde evinde yiyeceği kalmamış. Yani pirince giderken bulgurdan da olmuş.

11 – Çadırını (Evini) Başına Yıkmak;

Osmanlı Padişahları sefer sırasında eğer ki bir vezirini herhangi bir nedenden dolayı azmettirmek isterse vezirin kaldığı çadırın direklerinin sökülmesini emredermiş. Bu, artık vezirin bir hükmü kalmadığı anlamına gelmekteydi. Türk geleneklerinde ve Orta Asya’dan itibaren uygulanan bir gelenektir.

12 – Çaylak;

Çaylak isimli kuşlar yaklaşık 60 cm boylarında çengel gagalı bir yırtıcı kuş türüdür. Gövdesi ağır olduğu için bu kuşun uçmayı öğrenmesi de diğer kuşlara göre daha uzun sürer ve yavrular sık sık yere düşer. Acemilik anlamında kullandığımız çaylak sözcüğü de buradan gelmektedir.

13 – Ateş almaya mı geldin;

Çok eski zamanlarda çakmak ve kibrit olmadığı için ateş yakımında genellikle çakmak taşı kullanılırmış. Fakat bu iş biraz zahmetli olduğu için komşuya gidilir ve bir parça ateş istenirmiş. Kürekte duran közler sönmesin diye de komşu ile fazla muhabbet edilmez, acele davranırlarmış. ”Ateş almaya mı geldin?” deyimi de buradan gelmektedir.

14 – Ateş pahası;

Kanuni Sultan Süleyman bir gün askerleri ile ava çıkmış. Bir anda yağmur başlayınca ilk gördükleri eve sığınmışlar. Şömine veya sobanın yanına oturan Sultan askerlerine ”Bu ateş bin akçe eder” demiş. Daha sonra evden çıkarken askerler ev sahibine bir kese akçe vermişler. Bir şeyin ederinden fazla tutması anlamına gelen ”Ateş Pahası” da buradan gelmektedir.

15 – Dut yemiş bülbüle dönmek;

Erkek bülbüller çiftleşme zamanı geldiğinde dişilere kur yapmak için ötmeye başlarlar. Bülbüllerin çiftleşme döneminde ise dut ağaçları meyve verir. Ancak bülbülün dut yemekten ishal olduğu ve bu yüzden ötemediği halk arasında dolaşsa da, bülbüller kendilerine eş buldukları için seslerini keseler. Sesin kesildi anlamında kullanılan bu deyim buradan gelmektedir.

16 – Çil yavrusu gibi dağılmak;

Çil keklik adındaki bu kuşlar sülüngiller familyasından olup kısaca isimleri çil olarak bilinmektedir. Bu kuşların dişileri yavruları doğduğunda böcek bulabilmesi için tahıl alanlarına götürür. Etrafta böcek arayan yavru kuşlar etrafa dağılırlar. ”Çil yavrusu gibi dağılmak” deyimi de buradan gelmektedir.

17 – Eli kulağında;

İslamiyetin ilk yıllarında Bilal-i Habeşi ezan okumaya başlamadan önce ellerini kulağına götürür ve okurken eli hep kulağında dururmuş. Bunu kendisine Peygamber Efendimiz (a.s.m) söylemiştir. Çünkü Bilal-i Habeşi’ye sesin böyle daha gür çıkacağını bildirmiştir.

Birisi ”Ezan okundu mu?” diye sorduğunda, ”Hayır okunmadı, ama eli kulağındadır.” denirmiş ve buradan gelen bu deyim bir şey yaklaştığında söylenmeye başlanmış.

18 – Avucunu yalamak;

Avucunu yalamak deyimi ayıların yaptıkları avuç yalama hareketlerinden gelir. Kış boyunca yiyecek bulma konusunda oldukça zorluk çeken ayılar çareyi avuçlarını yalamakta bulurlar. Beklediğini elde edememek, umduğunu bulamamak anlamında kullanılan bu deyim buradan gelmektedir.

19 – Üküdar’da sabah oldu;

İstanbul Üsküdar’da iki caminin müezzinleri sabah ezanlarını okunması gereken vakitten birkaç dakika önce okurmuş. Asıl amaçları seslerini padişaha duyurmak ve saray müezzini olarak terfi almak. Beşiktaş tarafından ezanı duyanlar, uyuklayan kişilere ‘‘Uyan artık, bak Üsküdar’da sabah oldu” dermiş.

20 – İpsiz, sapsız;

Eskiden köylerden çalışmak için insanlar İstanbul’a gelirmiş. Bu kişilerin çoğunun bir mesleği dahi olmazmış. Bu yüzden ya hamal olarak ya da kazı işlerine verilirmiş. İşçileri seçen kişiler geldiğinde bazı kişiler öyle olurmuş ki, yanında ne kürek ne bir ip bulunurmuş. Tutacak bir sapı olmayan bu kişilere ise ”İpsiz sapsız” denmeye başlanmış.

21 – Eski kulağı kesiklerden;

Bektaşi Veli tarikatına alınacak kişilere önce şartlar açıklanır daha sonra tarikattan olduğu belli olsun diye kulağına bir küpe takılırmış. Eğer ki tarikatın şartlarına uymazsa kulaklarından bu küpeler koparılarak alınırmış. Halkta bu eski müritlere ”Kulağı Kesikler” adıyla seslenirmiş.

22 – İlk göz ağrım;

Eskiden kadınların eşleri savaşa veya askere gittiğinde, kadınlar kendi aralarında konuşurken usul icabı senin kocan demezler, bunun yerine ”Benim göz ağrımdan bir haber yok, seninkinden mektup var mı?” diye sorarlarmış. İlk göz ağrım o zamanlarda en sevdikleri kişiler için kullanılırmış.

23 – Dingo’nun ahırı;

Eskiden İstanbul tramvaylarını çeken atların buluşma noktası ve atların bekletildiği yer Taksim’de bulunan büyük bir ahırdı. Bu ahırın başında duran kişi ise Dingo adındaki Rum bir vatandaşmış. Gelip, geçenin belli olmadığı yer anlamında kullanılan ”Dingo’nun Ahırı” buradan gelmektedir.

24 – Güme gitti;

Osmanlı döneminde yeniçerilerin devletin bir nevi polisliğini yaptığı dönemlerde olay çıkartan birini yakalayıp içeri atarken hoop güm derlermiş. Daha sonrasında suçsuz yere biri içeri atılırsa halk bu olay için; ”Adam boşu boşuna güme gitti” dermiş.

25 – Buyurun cenaze namazına;

4. Murad tütünü yasaklar ve teftiş için iyice yüzünü gizleyerek şehre inip rastgele bir kahveye girer…

Kahveci: Kahve alır mısınız?
4. Murad: Evet.
Kahveci: Tütün?
4. Murad: Hayır.
Kahveci, 4. Murad’ın teftiş için şehre indiğini dedikodularını duymuştur ve korkup işkillenmeye başlar ve ismini sorar.
4. Murad: Murad.
Kahveci: (Korku ile) Peki isimde Sultan var mı?
4. Murad: Elbette var.
Kahveci titreye titreye “Buyurun cenaze namazına!” der ve olduğu yere düşer.
Sultan buna çok gülüp kahveciyi bir defalığına affeder.

Instagram | Uygulama | YouTube | Destek Ol

Bu Yazıyı Paylaş veya Bir Arkadaşına Gönder;

1 Yorum

Yorumlar