Uçuş 571… Tüm Detayları ile And Dağları Uçak Kazası!

Yaşamak için ne kadar ileri gidebilirsiniz? Hiç yapmayacağınız şeyleri yapar mısınız? İnsan eti yer misiniz mesela, bir de bu arkadaşlarınızın eti ise? Belki şu anki mantığınızla ”Kesinlikle olmaz, ölürüm daha iyi!” diyebilirsiniz, ancak günlerce bir şey yemediğiniz de aklınız ve mantığınız doğru kararlar veremeyebiliyor. And Dağları Uçak Kazası ise, işte böyle bir hikayeydi…
Tarih 13 Ekim 1972, Olay Günü;
Uruguay’ın Montevideo şehrindeki bir kolejin Old Christians isimli ragby takımı, Şili’nin Santiago şehrinde, İngiliz ragby takımı olan Old Boys Club’a karşı bir maç oynayacaktı. Kulüp başkanı Daniel Juan Şili’ye yapacakları yolculuk için Fairchild F-27 tip bir uçak kiraladı. Uçakta fazladan boş koltuklar olunca, takım oyuncularından bazıları aile üyelerini de maça götürmek istemişti. 5 mürettebat ve 40 yolcudan oluşan toplam 45 kişi, 12 Ekim 1972 tarihinde Uruguay’ın Carrado havalimanından uçuşa kalktı. Uçağın pilotu Julio Cesar Ferradas And Dağları üzerinden daha öncesinde 29 kez uçuş yapmış tecrübeli bir pilottu. Yardımcı pilot koltuğunda ise Ferradas’tan eğitim alan Yarbay Héctor Lagurara vardı. Yolculuğun sonra ermesine yaklaşık 200 kilometre kalmasına rağmen, And Dağları’ndaki yoğun fırtına, uçak pilotunu Arjantin’in Mendozo şehrinde mola vermeye mecbur bıraktı. Çünkü Ferradas’ın kullandığı uçağın maksimum irtifası 8 bin kilometreydi, üstelik uçak tam kapasite uçuyordu. Havanın kötü olması ve And Dağları’nın bulutlardan görünmeyen yüksek zirveleri uçuşu riske sokabilirdi.
Geceyi Mendozo havalimanında geçirip ertesi gün tekrar havalanıp Santiago’ya varmayı ummuşlardı, fakat hava şartları ertesi gün daha da kötüye gitti. Uçağın pilotu Ferradas bu sefer U şeklinde yeni bir rota belirlemek zorunda kaldı. Uçağı 200 km güneye sürerek, And Dağları’nı Planchón Geçidi‘nden geçip daha sonra tekrar kuzeye dönmeyi hedefledi. Ferradas yolu bir hayli uzatmış olsa da güvenli şekilde Santiago’ya varabilecekleri tek yol bu görünüyordu. Çünkü Planchón Geçidi’nde dağların yükseklikleri daha azdı, ancak hava şartları tüm sıradağlarda olduğu gibi burada da kötüydü.
Bu yüzden pilotların çok dikkatli olmaları gerekiyordu, çünkü yoğun ve kalın sis bulutları dağların tepelerini görünmez hale getirmişti. Nitekim güneye doğru hareketlenen Ferradas ve yardımcı pilot Lagurara altlarında deniz gibi uzanan bulutlar nedeniyle görsel olarak konumlarını belirleyememiş ve hesaplamalarında yanlışlık yapmışlardı, ancak maalesef bunun farkında değillerdi. Planchón Geçidi’ni geçtikten sonra kuzeye Santiago’ya çok yaklaşmış olduklarını ve bulutların altında bir şehir göreceklerini sanıyorlardı. Hesaplamalarına göre öyle olması gerekiyordu, fakat onlar hala And Dağları üzerinde yolculuk yapıyordu.
Kaza Anı;
Alçalmaya başlayan uçak bulutların altına indiğinde yapmış oldukları hatanın da farkına vardılar, ama artık çok geçti. Uçak alçalırken şiddetli türbülans uçağı aşağı yukarı savurmuştu. Yolcular ise o an tehlikenin farkında olmadan birbirlerine şaka yapıyorlardı. Ancak önlerine çıkan siyah bir dağ tepesi göründüğünde herkes gülmeyi kesmiş, korkuya kapılmıştı. Pilot Ferradas irtifa kazanmak için maksimum güç uygulayarak tepeyi aşmayı umdu. Uçak neredeyse dik pozisyona kadar gelmişti, uçağın burnu tepeyi aşmayı başarsa da ne yazık ki ilk çarpışma burada gerçekleşti. Uçağın sağ kanadı ve kuyruk konisinin alt kısmı, 4200 metre yüksekliğindeki dağın sırtına çarparak, yolcu kabininin arka bölümündeki 2 sıra koltuğu, mutfak ve bagaj bölmesini kopararak uçağın arkasında koca bir boşluk bıraktı.
Çarpışmadan sonra 200 metre daha irtifa kazanan uçak, 4400 metre yüksekliğinde bir başka tepeye tekrar çarparak sol kanadını da kaybetti. Kanatları olmadan ve arkadaki boşluk ile havada süzülen uçak yaklaşık bir kilometre alçaldıktan sonra karların üzerinde sürüklenmeye başladı. Ancak bir kar yığınına çarparak durabildiğinde yolcuların koltukları yerlerinde sökülerek ön tarafa fırladı, pilot Ferradas hemen orada hayatını kaybederken yardımcı pilot ağır yaralanmıştı. Uçak, geriye kalan gövdesi ile 3500 metre yüksekliğindeki bir buzula oturdu. O buzula ise sonraki yıllarda Gözyaşı Buzulu adı verilecekti. Kazada hayatta kalan insanları ise zorlu bir sınav bekliyordu. Öyle ki bazıları, kazadan kurtulan insanların değil, ölen kişilerin şanslı olduğunu düşünmüştü…
Tarih 13 Ekim 1972, Saat 15.35;
Kazada 45 yolcunun 13’ü kaza anında hayatını kaybetmişti ve 5 yolcu ağır yaralıydı. Bu yaralı kişilerden biri de yardımcı pilot Lagurara’ydı. Hatta yaraları ve belki de yaptıkları hata yüzünden, yolcuların birinden silahını bulup kendisini vurmasını istemişti. Ancak yolcu bunu kabul etmedi. Lagurara ile birlikte diğer 4 kişi de ağır yaraları yüzünden o günün akşamında hayatını kaybetti. Ekibin doktoru Dr. Francisco Nicola’da hayatını kaybedenler arasındaydı. Hayatta kalan 27 kişi olsa da, bu kişilerin bazıları da kırık bacaklar, vücutlarına giren metal parçaları ile mücadele ediyordu. 2 tıp öğrencisi Canessa ve Gustavo ellerinden geldikçe yaralılara yardımcı olmaya çalıştı. Yaşadıkları şoku atlattıktan sonra ekip, yardımın yakında geleceğini düşünerek mantıklı hareket etmeye başladılar. İlk olarak uçağın gövdesine rujlarla SOS yazmak istemişlerdi, ancak bunun için yeterince ruj yoktu, daha sonra eşyalarla karın üzerine haç işareti yaptılar.
Kazadan bir iki saat sonra Şili, Uruguay ve Arjantin arama çalışması başlattı. 11 uçak And Dağları üzerinde kaybolan kazazedeleri aramaya koyuldu. Hatta bazı uçaklar yakınlarından bile geçmişti, fakat ne yazık ki hiçbiri onları görememişti. Bembeyaz karlar üzerindeki beyaz renkli uçak ve yoğun sis bulutları yolcuların bulunmasını zorlaştırmıştı. Kazazedeler ilk gün geçtikten sonra, kendilerinin kolayca bulunamayacağını anladı ve hayatta kalmak için kendilerince önlem almaya başladılar.
Koltukları ve diğer enkazları çıkararak uçağın gövdesini kabaca bir sığınağa çevirdiler. Gövdenin açık kısmını ise enkaz ve karlarla doldurarak içeriye soğuğun girmesini bir nebze engellediler. Koltuk kılıflarının yünlerini çıkararak kendilerine kar ayakkabıları yapmayı denediler. Zira geceleri havanın soğukluğu -30 derecelere kadar düşüyordu. Kaldı ki, yolcuların çoğu deniz kenarında büyümüş ve bazıları hayatlarında hiç kar bile görmemişti. Bu yüzden soğuk onlar için en zor şartlardan biriydi, diğeri ise yiyecekti. Kısıtlı yiyecekleri idareli şekilde tüketmeye gayret ettiler, nasılsa en geç birkaç gün içinde bulunacaklarını düşünüyorlardı. Ancak günler geçmesine rağmen yardıma kimse gelmemişti.
Tarih 23 Ekim 1972, Kazanın 11. Günü;
Artık yolcuların, yiyecekler ile birlikte umutları da tükenmeye başlamıştı. Uçakta buldukları bir radyodan arama çalışmalarını günlerdir takip ediyorlardı. Roy Harley radyodan arama çalışmalarının durduğunu öğrendiğinde, uçağın gövdesinden çıkarak arkadaşlarına, iyi haberler var arama çalışmaları durdurulmuş demişti. Bunu duyduklarında kimi hıçkırarak ağlamaya, kimi dua etmeye başlamıştı. Bazıları da öfke ile bunun neresi iyi haber demişti. Roy ise arkadaşlarına cesaret ve umut verecek şu sözleri söyledi; ‘Bu cehennemden kendi başımıza çıkacağız.’
Kalan yiyecekler o kadar azdı ki bazı günleri hiçbir şey yemeden geçiriyorlardı. Nanda Parrado sonraki yıllarda o günleri şu sözlerle anlatmıştı. ‘Uçağın içinde çikolata kaplı bir fıstık bulmuştum, çikolatasını yavaşça emdim ve birkaç saatte bir, küçük ısırıklar alarak fıstığı bir güne bölerek yavaş yavaş yedim.’ Yolcular sonraki günlerde yiyeceklerinin tümünü tükenmişti ve etrafta taş ve kardan başka hiçbir şey yoktu, ne yabani bir hayvan ne de bitki. Dünyanın en uzun sıra dağları olan And Dağları’nın soğuk bir köşesinde, en yakın yerleşim biriminin ne tarafta olduğunu bilmeden, hayatta kalma içgüdüsü ile mücadele ediyorlardı. Birkaç gün sonra ise beklemedikleri korkunç bir kaza daha yaşadılar…
Tarih 29 Ekim 1972, Kazanın 17. Günü;
Gece yarısı uykuya daldıklarında üzerlerine düşen bir çığ her şeyi daha da zorlaştırdı. Uçağın gövdesi karla dolmuş ve bazıları havasız kalarak hayatını kaybetmişti. Kokpitten yukarı doğru karı temizleyerek çıkmak isteseler dahi, dışarıdaki kar fırtınası bunu engellemişti. O korkunç gecede 8 kişi daha hayatını kaybetmiş ve geriye 19 kişi kalmıştı. Aile üyelerinden ve en yakın arkadaşlarından bazılarını kaybetmeleri geriye kalanların cesaretlerini ve umutlarını yeniden kırmıştı. Üstelik artık yiyecek bir şey de kalmamıştı, hayatta kalmak için ya ölen kişilerin cesetlerini yiyecekler, ya da açlıktan öleceklerdi. Yaklaşık 3 haftadır açlık ve birçok travma ile mücadele veren bu kişilerin akıl sağlığı, bir de bu gerçekle yüzleştiklerinde daha da bozulmuştu.
Nanda Parrado o korkunç kararı şu sözlerle anlatmıştı; ‘Yüksek irtifada vücudun kalori ihtiyacı çok daha fazladır. O günlerde bildiğiniz açlıktan ölüyorduk. Her yeri aradık, tekrar bir kırıntı ve lokma bulmak için uçağın tüm gövdesini taradık. Yiyecek hiçbir şey yoktu. Bavulların derilerini, koltukların döşemelerini yemeyi denedik, bunların bize vereceği kimyasal zararı bile bile, umurumuzda da değildi. Fakat etrafta alüminyum, plastik, kaya ve buzdan başka hiçbir şey yoktu. Tekrar tekrar, hep, o korkunç kararla karşı karşıya kaldık, ya ölen arkadaşlarımızı yiyecek ya da orada ölecektik…
Nanda Parrado’nun annesi ve kız kardeşi de o uçaktaydı ve ikisi de hayatlarını kaybedenler arasındaydı. Nando, annesi ve kız kardeşinin yenilmesini istemedi ve onları kenarı ayırdı. Artık korkunç gerçekle yüz yüze kalmışlardı ve mecburiyetten bu kararı aldılar. Ekibin bazı üyeleri ellerinde kırık camlar ile çığda hayatını kaybeden cesetlerden parçalar almaya başladılar…
Etleri güneşte bir süre kuruttuktan sonra acı çekerek yemeye başladılar. Yolcuların hepsi katolikti ve bazıları lanetlendiğini düşünmüştü. İncil’in bazı ayetlerinden çıkarımlar yaparak içlerini rahatlatmaya çalıştılar. Bazı kişiler yemeyi reddetti, fakat birkaç gün içinde güçlü dini inançları olanlar da hayatta kalmanın tek yolu bu olduğunu anladıklarında onlar da bu duruma gönülsüzce razı geldiler. Haftalarca bu şekilde hayatta kalmayı başarabilmişlerdi. İlk başlarda derileri, kasları yeseler de, et arzı azaldığında kalpleri, akciğerleri ve hatta beyinleri bile yemişlerdi.
Tarih 12 Aralık 1972, Kazanın 61. Günü;
Bu süre zarfında 3 kişi daha yaraları nedeniyle hayatını kaybetmiş geriye 16 yolcu kalmıştı. Kalan cesetlerin etlerini yiyerek uzun bir süre hayatta kalmayı başarabilmişlerdi. Ancak aradan 2 ay geçmiş ve geniş çapta arama çalışmaları tekrar başlatılmamıştı. Artık yolcular bir yardımın geleceğinden, ülkeleri ise kaybolan yolculardan ümitlerini kesmişti. Günler boyunca bu yerden, kendilerinin bir şeyler yaparak kurtulabileceklerini konuşuyorlardı. Fakat ellerinde ne pusula, ne harita, ne tırmanmak için ekipman, ne de günlerce yürüyebilmek için uygun ayakkabıları vardı.
Fakat ne olursa olsun Nando Parrado ve diğerleri başka bir yolun olmadığını biliyorlardı… Yolcuların eşyaları içinde iğne ve iplik bulunuyordu ve bazı malzemeler ile uyku tulumu yapmaya çalışmışlardı. Nanda Parrado, Caressa ve Vizintin ile birlikte toplam 3 kişi kat kat giyinerek ve uyku tulumlarını alarak, yardım bulma ümidiyle yola çıktılar. Kalan 13 kişi ise umutlarını bu 3 kişiye bağlayarak, yardım bulmaları için dualar ederek yolcu ettiler. Nando Parrado’nun yola çıkarken kalan kişilere söylediği şu sözler ise kazanın en dramatik anlarından biriydi; ‘Eğer diğer cesetler tükenirse, kız kardeşimi ve annemi de yiyebilirsiniz…’

Nanda Parrado ve diğer iki kişinin hedefi yüksek bi tepeye tırmanmak ve ne yöne gidecekleri hakkında daha net bir bilgiye sahip olmaktı. 3 günün sonunda zirveye vardıklarında ağızlarından çıkan ilk şey şu oldu; öldük… Zira ne tarafa baksalar kilometrelerce uzanan dağ tepelerinden başka bir şey görünmüyordu. Yolun çok uzun olduğunu anladıklarında, yanlarındaki yiyecek yeterli olmayacağı için Vizintin uçağın gövdesine dönme kararı aldı. Nando ve Canessa ise ne tarafa gideceklerini düşündüğünde batıda karla kaplı olmayan iki tepe gördüler ve ardından batıya doğru yola çıktılar. Ancak sonraki günlerde doğuya gitmiş olsalardı, yardımı daha kolay bulabileceklerini öğreneceklerdi.
Yola çıktıklarının 9. gününde gördükleri tepeye ulaşmış, insanların yaşamına dair bir takım izler bile bulmuşlardı. O günün gecesinde ateş yakıp dinlenirken nehrin karşısında at üstünde bir adam gördüler. Sergio Catalán isimli bu adamdan, durumlarını anlatıp yardım getirmesini istemişti. Kazadan haberi de olan Sergio, at sırtında batıya doğru 10 saat gittikten sonra en yakın karakola ulaşmayı başardı. Ve nihayet kazanın 70. gününde Nando ve Caressa kurtulmayı başardı. Helikopterler ile diğer yolcular ise 71 ve 72. gün kurtarıldılar. Uçağın gövdesinde yardım bekleyen 14 kişi helikopterleri gördüğünde büyük bir coşku ile birbirlerine sarılarak şükrettiler. 45 kişiden 16 yolcu bu korkunç felaketten kurtulmayı başarmıştı.

Olayın medyadaki yeri ve yamyamlık suçlamaları;
Kazazedeler kurtarıldıktan sonra olay tüm dünyada büyük yankı uyandırdı. 2 aydan fazla bir süre And Dağları’nda nasıl hayatta kalabildikleri ise en fazla merak edilen konulardan biriydi. Kurtulanlar ilk etapta yanlarında taşıdıkları peynir ve diğer yiyecekleri yediklerini, ardından bitki ve otlarla beslendiklerini söylemişti. Fakat yardım birlikleri cesetlerin fotoğraflarını çektiklerinde bazı söylentiler yayılmaya başladı. Özellikle yarısı yenmiş bir insan bacağının çekilmiş iki fotoğrafı, gazetelerin ön sayfasında basılınca, hayatta kalanların yamyamlığa başvurdukları gözler önüne serilmişti.
14 cesede hiç dokunulmamışken 15 cesetten geriye neredeyse sadece iskeletleri kalmıştı. Hayatta kalanlar uzun süre boyunca halktan tepki aldılar, olay o kadar büyümüştü ki o dönemin papası bile açıklama yapma gereği duydu. Ancak papanın o şartlar altında kalındığında bunun bir günah ve yanlışlık olmadığını açıkladığında halktan tepkiler de hızla azaldı. Cesetleri yenen kişilerin yakınları ise kazazedeleri anlamaya çalışarak kurtulanlara destek olmaya çalıştı. Sonraki günlerde uçağın gövdesinden yaklaşık 800 metre uzağa bir mezar kazıldı, bir sunak ve haç ile tüm cesetler buraya gömüldü. Uçağın gövdesi ve kalan parçaları ise maceraperestlerin uğrak noktası olmaması adına yakılarak imha edildi. Nitekim bu acı olay, tarihin tozlu raflarına ‘Uruguay 571 ve And Dağları Uçak Kazası’ olarak geçti.

Kurtulan kişilerin bazıları yaşadıkları hakkında kitaplar yazarken, olay 1993 yılında ‘Yaşamak İçin’ ismi ile beyazperdeye uyarlandı. Son olarak içeriğimizi olayın mağdurlarından Canessa’nın şu sözleri ile bitirelim; ‘Ortak amacımız hayatta kalmaktı, yüzlerce kilometrelik buz ve kayanın ortasında yalnızdık ve yiyecek hiçbir şey yoktu. Hepimiz cevabı biliyorduk ama bunu dile getiremiyorduk. Günlerce acı çektik, elimizden geldiğince bu düşüncelerimiz ile savaştık. Tanrı’ya dua ettim, arkadaşlarımın ruhlarını çalacağımızı düşündüm. Deliriyor muyduk, yoksa vahşi hayvanlara mı dönüşmüştük, bilmiyordum. Yoksa tek mantıklı şey bu muydu? Hiç kimseden anlayış beklemiyoruz, fakat başka bir çaremiz yoktu, gerçekten yoktu…’
Kitap ve Filmler;
Kitap; 1974 yılında Piers Paul Read kazanın tüm detaylarını araştırdıktan sonra Alive: The Story of The Andres Survivors isimli kitabını yayımladı.
2006 yılında ise kazazedelerden biri olan Nanda Parrado Miracle in the Andres adlı bir kitap yazdı.
Film; 1976 yılında ”Survive!” ve 1993 yılında ”Yaşamak İçin” adlı filmler gösterime girdi. Ayrıca ”Alive: 20 Years Later” adında bir de belgesel filmi çekilmiştir.